Bu yazıyı yadığım temmuz ayında teyzemiz çoktan toprağın soğuk kucağına sığınmıştı bile. Son haftalarında vicdani sorumlulukla tüm hastahane çalışanlarımla yanında olmaya çalıştık. En ufak bir işte bile onlarca naza giren personellerimin o teyzenin bakımına gösterdiği özenden gerçekten etkilenmiştim. Teyzemiz gibi daha pek çok hastamız daha oldu ve nicesinin de peşinden hüzünle ölüm belgesi doldurduk. Hüzün diyorum çünkü bu hastalarımız(özürlü) bize hep daha yakın oldu; daha yakın hissettik.
Hem tecrübe olarak hem de yaş olarak benden haylice büyük olan bir meslektaşımın bir sözleri kulağımda yankılanıyor şu anda: Kardeşim, doktor musun? Ölümün ve doğumun cirit attığı bu mekanlarda akıl muvazeni korumak asıl görevin senin.
***
Nice gayretlerden sonra büyük mimari düzenlemeler dışında tüm kalemleri tamamlamıştık. (Son bir sene içerisinde görme özürlü hiç bir hasta girişi olmadığı için bu maddeyi gerekçesiyle yok saydık.) Nihayetinde ocak ayı gelmişti. Raporun son düzenlemelerini yapıp müdürlüğe gönderdiğimizde üzerimden ciddi bir yükün kaldırıldığını hissediyordum. Müdürlüğün ve bakanlığın geri dönüşünü heyecanla bekliyordum. Sonra şubat oldu.
Sonra mart…
Nisan…
Mayıs…
Haziran…
Temmuz… İşte bu ayda ben de bu yazıyı yazdım.