Müziğin öyküsü.. Farklı bir türün denemesi: Linkin Park -The Little Things Give You Away. Yavaşça okumanızı tavsiye ederim.
Ön not: Bu yazıyı, şarkıyı dinlerken okumanızı tavsiye ediyorum. Arada şarkıdan yaptığım alıntılar da size şarkıyla uyumlu okumada yardımcı olacaktır. O kısımları Linkin Park’ın okumasına müsaade edebilirsiniz, isterseniz. Tavsiyem şarkıyı hissederek okumaya çalışmanız olacaktır: yani bazı kısımlarda bir süreliğine okumayı bile bırakabilirsiniz. Rahat olun ve kendinizi şarkıya teslim edin.
Şarkı: The Little Things Give You Away – Linkin Park
Bu parça karamsar bir parça; derinlemesine bir hüzün var içerisinde. Sanırım, ilk bunu hissetmek lazım.
Öncelikle o ilk saniyelerdeki yırtıcı sesle yüreğinden bir şeyin kopması lazım. Yine de yaşamın o saçma rutini devam etmeli. Fakat şu an, kalbinden kıymık gibi çıkarılan bir parçanın acısı gözünün ve aklının önünde. Ama yaşam devam etmeli, sana rağmen. Hatta arkadaşların olmalı etrafında. Orta şekerli de olsa hayatın devam edeceğini bilmelisin. Yaşanabilir… Evet, kelime bu; ‘yaşanabilir bir hayatın’ seni beklediğini bilmelisin. Peki ‘yaşanmalı bir hayat’!? Bilgimize bu sunulmadı ne yazık ki.
İçinde hüzünlü bir seda; ağlamak ve sızlanmak arasında… Bazen öfkeye karışan…
“Water gray
Through the windows, up the stairs”
Fatih’in dar sokaklarındayız şimdi. Saat 8 9 suları, hava karanlık. O kadar boğucu bir karanlık var ki zaten normalde ortamı az aydınlatan ışıklar şimdi sanki hiç yok! Bir rüzgar çıldırmışçasına sokakları tavaf ediyor. Her seferinde aynı rüzgarın sana çarptığını hissediyorsun. Yağmur, sanki yeri delmek için iniyor. İç çamaşırlarına kadar ıslanmışsın; her bir damla vücudunu ayrı bir acıtırken her bir rüzgar ayrı bir parçalanıyor tenini. Derin bir acziyetle hiç bir işe yaramayan ceketine yine de sımsıkı sarılıyorsun. Kulağında bir kulaklık; bu parça çalıyor.
Büzüşmüş halde bir genç adam. Bu fırtınanın ortasındaki tek deli! Daha da garibi nereye gittiğini bilmeyen bir deli! Anda kaybolmayı istiyor sadece. Bu çaresiz isyanı anlamak lazım. Bu bitme arzusunu… Bu arzudan korkmayı… Ürkek bir bakış ve sızlayan bacaklarla sokakta ilerlemeyi… Amaçsızlık ve boşluğu…
Yürüyün… O amaçsızlıkla yürüyün… Yalnız bir şekilde… Sadece yağmurun ve gitarın sesi size eşlik etsin!
“Hope decays
Generations disappear”
Yürümek zorunda kalın… Buna sebep bir kız olsun ya da bir dostunuz fark etmez. Benim hikayemde bu ulaşılamamış bir hayal sadece. Ete kemiğe bürünmüş bir hayalet.
Bir insan acizliğinde…
Bir insan kudretinde…
Seni akşamın bu vahşiliğinde sokağa çıkartabilecek kadar… Bu akşama kadar seni bir cenderenin içinde boğabilecek kadar güçlü… Kendisinde buna engel olamayacak kadar zayıf ve aciz… Tezatın mantıkla çarpışıp duygunun sınırlarına sığındığı bir andayız şimdi.
“All you’ve ever wanted”
Ona kavuşmak için… Güç vermek için yola koyulduğunda bir tek şunu fark etmiş ol: aslında sen de güçsüzsün. İçin de bir çığlık olsun bu:
“And six feet under water, I do”
Bu derinliğin içinde boğulurken aslında sadece yüzeylerde güçlü olduğunu hatırlamak…
Yürümeye devam et, tüm her şeyle birlikte. Ağır bir yükle… Hüzün ve bitmişliğin uyarısını veren bedenle…
Yürümeye devam et içindeki isyan vücudun acımasına rağmen sana güç verecektir. Kalbinin acımasına rağmen… Hüzün… İsyan…
Öfke!
Öfke!
Öfke! Artık bilir gibi oluyorsun cevaplayamadığını…
Uzakta gözüne bir kız takılsın; arada çakan şimşekle hatları biraz daha belli olan. Garip bir heykel gibi… Ellerini ovalamakta… Ayaklarını büzmüş… Acizliği ile sadece bir taş olmadığını haykırıyor. Bu soğukta tüm sadakatiyle birini beklemekte… Uzun saçları dikkatini çeksin. Durup bu manzarayı izlerken, yani tek delinin sen olmadığını fark ederken bir anda kız irkilsin ve diklensin.
Yavaşça çevir gözlerini, sola doğru. Fırtınadan olsa gerek; hafif kambur şeklinde yürüyen bir erkek belirsin sokakta. Kız da dikkatli bir şekilde, süze süze, ilerlemeye başlasın. Erkeğin kafası kalkınca bir anda ikisi de hızlansınlar. Tam elektrogitarın solo yaptığı bu anda kavuşsun iki âşık! Kız boynuna sarılsın sımsıkı; erkek de kızın belini sarsın elleriyle. İşte bu anda bir şimşek daha çaksın!
Etrafta siyah ve turuncunun tonlarında bir ambiyans hakim. Yağmur görüşü bulanıklaştıracak kadar şiddetli yağmakta. Parmaklarının ucunda duran ve sevdiğine sımsıkı sarılan bu kız… Benliğindeki tüm o boğucu isyana garip bir heyecan katan bir varlık olsun.
Rüzgar… Deli gibi essin; saçlarını ve eteğini dalgalandırsın, kızın. Az önce soğukta titrek duran bu vücudun bu sefer garip bir güçle meydan okuyuşuna şahit ol.
…
Ruhumun hayran kaldığı bu anlamı umarım görürsün. Sadelik ve sıradanlığın içinde ve de ötesinde mükemmel bir an bu.
…
“Little things give you away
…
All you ever wanted some one to truly look up to you”
Şarkı artık vazifesini tamamlamak üzere olduğunu fark etmiş gibi yavaş yavaş bitsin.. Nakaratlarla bu ‘an’a zikir ede ede bitirsin kendini. Dikkati çok dağıtmadan…
Anlamayı hayatının en önemli hedefi haline getirmiş biri için bu çok farklı bir durum/hal. Orada sadece durup tüm benliğinle ‘o an’ı hissedersin. Anlamış olmanın verdiği garip bir tatminkarlık vardır, sanki bir vuslat gibi. Bir yakamoz daha sönerken tüm benliğini fısıldar kulağına ve yüreğine; sonsuz olur. İsim gözükür, zayi olmaz. Fakat sen de benim gibi isimlendirmekten acizsen sadece susarsın. Onun yerine derin bir nefes alırsın göğe doğru. Yağmur boğazına kaçsa da artık önemsizdir o an. Üşümek bitmiştir. Ve acıda… Ama sadece o an için…
Hayat yine devam eder…