Kamu kuruluşlarında özürlülük kavramının gelişmesi hakkında kişisel bir tecrübe. Yazım yayınlandığında dönemin il sağlık müdürü geçerken bir ziyaret etmişti.
Mecburi hizmet için gittiğim hastahanede başhekim olarak göreve başlamıştım. İlk görev yerim ve ilk görevim. Vazifeye başladığımın ikinci ayıydı; sanırım kasım ayı oluyor. İl Sağlık Müdürlüğünden gelen evraklardan birinde bizden bir rapor istiyordu: Geçen bir sene boyunca özürlüler adına ne yaptınız? Özürlüler hakkındaki kamu kuruluşlarına yönelik bir faaliyeti olduğunu ilk bu şekilde öğrenmiştim.
Konuya zaten yabancıydım. Ne altı senelik tıp hayatım boyunca özürlüler hakkında bir eğitimim olmuştu ne de vazifeyi aldığımda gerekli eğitim verilmişti. İşte şimdi; devlet, ne yaptığımı soruyordu. Müdürümüzü, idari personelden bir kaç kişiyi ve baş hemşireyi toplantı için odama çağırdım. Konuyu açtığımda yıllardır bu kurumda çalışan personellerin de pek bilgisinin olmadığını, bir şekilde hallederiz fikrinde olduğunu gördüm. Şaşırmış ve üzülmüştüm. Demek ki devlet bu şekilde işliyordu.
Haftalar sonrasında başhekimlerin çağrıldığı bakanlık toplantısında bir kez daha fark edecektim ki: devletin yasama kolu ile yürütme kolları hep bu handikapta gidecekti. Daha bir çok meselede olduğu gibi Ankara fil dişinden kulesinde bizlerin sanal değerlendirmesini yapacak biz ise sahanın imkansızlıkları ve sınıflandırılamayan zorlukları arasında var olma çabasıyla günü geçirecektik. Bunu diyorum çünkü bu noktadaki (özürlüler noktasındaki) gelişmeleri öğrendiğimde kopukluğun büyüklüğünü bir kere daha fark ettim.
***
Bir yandan okumalarıma başlamıştım. Vicdani olarak sorumluluğunu hissettiğim bu mevzuda bir kamu görevlisi olarak değerlendirmek ve üzerime düşeni yapmak istiyordum:
Biz gibi Entegre Devlet Hastahanelerin özürlüler hakkındaki çalışmaların başlangıcı; 2010’daki 79 nolu bakanlık genelgesiyle başlamakta. 2008’de ki 43 numaralı genelgeye ilgi gösterilerek yazılan bu yeni genelge 12 Eylül 2010 tarihindeki – %51 referandumu – ‘Halk Oylamasıyla’ kabul edilen 5982 sayılı ‘Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 10. Maddesinin özelikle ek fıkrası esas alınarak düzenlenmişti. Bu madde aynen şu şekildedir:
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
(Ek: 7.5.2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür (Ek Cümle: 7.5.2010 5982/1) bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
(Ek Fıkra: 7.5.2010 5982/1) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
Bu anayasa maddesi üzerine; mimari/çevre düzenlemerinden tutun da görme özürlüler için ortak alanlarda takip izi oluşturmaya, poliklinik sıralamasından tutun da devlet desteği alacak özürlülerin ölçütlerine, eşlik edecek hostes hizmetlerinden hizmet içi eğitimlere kadar toplam 11 ana başlık altında düzenlemeler yapılmıştı. Ki bize de Sağlık Müdürlüğü bu kalemler ne durumda diye sormaktaydı. Hepsi için yıllar öncesinden konulan hedeflerde ne noktada olduğumuzu sormaktaydı.