Diyabet Günlükleri: Domino Taşları

Advertisements

Yıllar sonra bozulan diyetim ve aldığım kilolar nedeniyle kan şekerimin yükselmesi ve bununla mücadelemi paylaşmak istediğim yazılardır. Bunu özellikle benzer sorunları yaşayan diyabetlilere yalnız olmadıklarını anlatmak için paylaşmak istiyorum.

Tıp eğitimi benim için inanılmaz bir tecrübeydi. Yara ve kan görmeye dayanamayan ben, 6. yılın sonunda en mide kaldırıcı yaraların pansumanını yaparken akşam yemeğe ne sipariş vereceğini düşünebilir hale gelmişti.

Bu ruhsuzlaşma ve midesizleşme durumu aslında hayatta kalabilmek adına geliştirmek zorunda kaldığımız bir şey. Sanmıyorum ki makul hiç bir hekim kazandığı bu insani olmayan yetenekten zevk alsın. En fazla işini yapabilmesine olanak sağladığı için minnet duyabilir.

Geçmiş dönemlerde cerrahların özellikle hasta isimlerini dahi öğrenmekten imtina ettikleri bazı ekoller vardır. Her ne kadar günümüzde etkisi hayli bir azalsa da aslında bir gerekliliğin ürünüdür bu. Düşünsene şuanki insani (hala gelişmesi gereken çok şey var) ameliyat koşulları yok. Hatta bir dönem anestezi bile yoktu. Karşında çığlık çığlığa ya da acıdan kıvranan yarı baygın biri yatıyor. İşin en trajik tarafı o anda ona bunu sen yapıyorsun.

Piskopat bir işkenceciden belki de en önemli farkın aslında tüm bu acıyı onu daha iyi yapabilmek, iyileştirebilmek için veriyorsun. Sakin olmayıp hastayla beraber telaş ettiğini ve aslında iki önemli silahını da kaybettiğini düşünsene: Aklın ve titremeyen sabit elin. Niyetin ne olursa olsun o hastayı kaybedersin. O yüzden iradeni yıkabilecek herşeye karşı mesafeli olman sükunet ve itidalini sonuna kadar koruman gerekiyor. Uzaktan baktığında çok acımasız gelse de aslında hekim olarak senin en büyük düşmanın hastayla gereğinden fazla duygusal yakınlık kurman.


Acil nöbetteki 20’li yaşlardaki bir hastam aklıma gelir hep. Niçin hastaneye geldiğini hatırlayamıyorum hatta cinsiyeti bile bulanık aklımda. Ama, şuanda bile, gözleri tam gözümün önünde. O kahverengi ve patlamak üzereymiş gibi bakacak gözler. Sol üst tarafına yansıyan odanın ışığı. Göz bebeklerinin, öncesinde titrerken; 1 saat boyunca yaptığımız resüsitasyona (kalp masajı dahil tüm diriltme işlemleri) rağmen yavaş yavaş durulması ve sabitlenmesi. Arkada monitorün çıkardığı tiz düz ses.

Kendimi ondan ayıramamıştım. Hayatının ellerimin arasından gidişi… İlk kaybettiğim hastam değildi ama yanından bir adım öteye uzaklaşamamıştım. Acilin kidemlisi çoktan dışarı çıkmış ve aileyi bilgilendirmişti. Hastayı morga götürmek için hazırlamaya gelen hasta bakıcı omzumu tutmasa daha ne kadar orada kalırdım bilemiyorum. Kapıdan çıkarken annesi ve ablası olduğunu tahmin ettiğim kişilerin ağlayışları içerisinde acilin hasta kabül odasına geri döndüm. Ellerimi yıkayıp yeni hastalara bakacaktım. Derken sert bir güç önlüğümden çekti ve beni kendine döndürdü.

Saatlerdir burada olduğunu haykıran hasta yakını (Sonrasında kayıtları incelediğimde benimle karşılaşmadan sadece 6 dakika önce kaydını yaptırmıştı) kızının boğazının ağrıdığını söylüyordu. Hasta yakının hekimlere, hastaneye yaptığı küfürler eşliğinde gayet refleksif olarak elimi kızının boğazına doğru uzattım. Kanlı elimi gören kızcağız önce geri bir kaç adım attı. Korkmuştu belli ki! Ellerimi yarı yolda durdurdum.

“Sen ne biçim doktorsun! Önce git ellerini yıka! Fakültende hiç bir şey mi öğrenmedin” diye bağırmaya devam yakının gözlerine boş bir bakış atmamla önlüğümü bırakması bir oldu. Serbest kaldığımı fark ederek arka taraftaki musluğa ilerledim, ellerimi yıkadım. Sonraki 9 saat boyunca hasta bakmaya kaldığım yerden devam ettim.


Ölenle ölünmez ifadesini ilk kez bir hekimin söylediğini düşünürüm hep. Bir kanıtım yok buna. Sadece hekim gibi azraille kol kola gezen birinin kendi kendine telkin ettiği ve öğrencilerine de öğrettiği birşeymiş gibi duruyor. Çünkü o hastam gittikten sonra da hekim rolüne yani hastalarımı iyileştirme çabama devam etmem gerekiyordu.

Ailesi için kıyamet kopmuş, tüm dünya durmuş olsa da benim hizmetimi bekleyen binlercesi dışardaydı. İçime kapanıp hayatı istesem de durduramazdım. Her kaybettiğim hastadan sonra aylarca toparlanmak için izin alamazdım. Dahası eve geldiğimde benden şefkat, sevgi ve ilgi bekleyen ailemle bunu paylaşamazdım. Sanırım bununla çok iyi mücadele edemediğim için klinisyenliği bıraktım. O dengeyi kurabilen binlerce hekim arkadaşıma kıyasla başarısız örneklerden biriyim bu konuda. Hekimlik herkesin harcı değil! Hele cerrahlık!

Cerrahi rotasyonlarımda girdiğim onlarca ameliyatlarda, pansumanını yaptığım onlarca yaraların arasında “Diyabetik Ayak” hep içime bir ürperti getirirdi. Mor, siyah ve kötü kokan bu ayaklar bir dalın budanması gibi parça parça hastadan budanır. Hele hasta ileri derecede obez ve kişisel hijyeni kötüyse… Ayağın tamamen kesilmesi bile söz konusudur. İşte diyabet tanısı aldıktan sonra geceleri uykumu bile kaçıran şey bu oldu hep. Yıllar sonra şekerimin kontrolünü kaybettiğimi farkettiğimde tekrar diyabetimi düzeltmek için gereken motivasyonu da bu verdi: Diyabetik Ayak korkusu!

Karamsar bir başlangıç yaptığımın farkındayım. Moralini bozduğum için de özür dilerim. Fakat bugünkü konumuz biraz böyle. Bugün diyabetin karanlık sokaklarında dolaşacağız. Seni daha fazla korkutmak amacında değilim. Sen daha tanı almadan önce başlayan bu kör döngüyü nasıl durdurabileceğini seninle paylaşacağım. Hadi başlayalım.

Şeker ve Denge

Şeker aslında hayatımızı devam ettirmemiz için su, hava kadar gerekli. Fakat herşeyde olduğu gibi burada bir denge söz konusu. Fazlası da azı da zarar. Daha öncesinde de bahsetmiştim. Şekerin azlığında hayat fonksiyonlarımız sekteye uğrar. Vücut kendini kapatmaya başlar. Çok olması durumunda da vücut yeterince hızlı temizleyemez ve şeker orada burada birikmeye başlar.

Beden tek kelime ile mucizevi bir varlık. Muhteşem bir dengeye sahip. Homeostazi diye latince bir ifadeyle tanımladığımız bu durum bugün bile %100 anlaşılmış değil. Hala hakkında öğrenmemiz gereken çok şey var. Ama ne yazıkki bu dengeyi sağlayan yapı taşlarından birini çekip çıkardığınızda veya araya dışarıdan birşey koyduğunuzda işte o mucizevi varlık dünyada durdurulması en kompleks imha makinesine dönüşüyor. Otimmün hastalıklar, kanser bunun en tipik örneği.

Allah’tan diyabet bu konuda şanslı olduğumuz bir hastalık. Çünkü dengeyi bozan yapı taşını çok iyi biliyoruz: İnsulin. Onu doğru miktarlarda eklediğimizde diyabet ile bir ömür boyu savaşabilme şansına kavuşuyoruz. Hatta yeni çalışmalarda da gösterilen nakil gibi silahlarla bu savaşı kazanıp tamamen durdurabilme şansımız bile var. Tabii ki hala daha çok yolumuz var ama gelişmeler baş döndürücü. Yine de biz geleceğe çok dalmadan günümüze bakalım. Bugün elimizdeki en iyi silahlar diyet, spor ve şeker ilaçları (insülin dahil diğer şeker ilaçları). Spor hariç bu konuları daha öncesinde genel olarak konuştuk. İleride de konuşmaya devam edeceğiz.

Tüm bu savaş silah meselelerini bir köşeye bırakıp şekerin bizdeki akışına gelmek istiyorum. Malum şekeri vücudumuza alabildiğimiz tek yer beslenme sistemimiz. Orada parçalanıp emildikten sonra da kana karışarak ihtiyacı olan organlara iletiliyor. İşte birazdan bahsedeceğim bütün komplikasyonlar vücudun tolere edebildiğinden fazla şekerin kandaki dolaşımda kalması ve damarlarda birikmesiyle oluşuyor.

Normal sağlık bir bireyde, birikimi engellemek adına insülin sayesinde karaciğer ve böbrek gibi organlar kandaki şekeri süzerler. Karaciğer bu şekeri depolarkan böbrek ise idrar ile dışarı atar. Tip 1 diyabetli hastlarda ise insülin eksik olduğu için karaciğer ve böbrek işini tam olarak yapamaz. Tip 2 diyabetli hastalarda ise insüline karşı varolan dirençten dolayı vücut dengeleme mesajı gönderse bile organlara bunu duyuramaz. Sonuç yine aynı olur.

Diyabetin Komplikasyonları

Tipi ne olursa olsun şekerin vücuda verdiği zararlar temelde kan damarlarında birikmesiyle başlar. Buna neden olan 3 ana yolak olduğunu bilim adamları çoktan tespit ettiler. Çok teknik detaya girmeden kısaca bu yolaklara bakalım.

Dolaşımdaki aşırı şekerden en çok damarı saran hücreler nasibini alır. Bu hücreler kontrolsüz biriken şekerden dolayı strese girerler. Bu aşırı maddeyi kısıtlı yetenekleriyle depolamaya ve daha zarasız maddelere çevirmeye çalışırlar. Buradaki en büyük sıkıntı şu ki bu işlemde arada üretilen sorbitol, alkol ve diğer oksidatif maddeler vücut için zararlıdır. Bu üretilen ara maddeler o kadar çoğalırki o bölgede iltihaplanmalara (inflamasyon) neden olurlar.

Bu durumu daha iyi anlamak için fabrikalardaki üretim bandını hayal edebilirsin. Fabrikanın girişi ham madde ile yığılmıştır. Tüm makinalar aralıksız çalışarak son ürünü üretmeye çalışır. Fakat son ürünü üretecek makinaya birden fazla band bağlanmıştır. Girişteki işçiler tüm ham maddeyi boş olan bantlara yerleştirmeye başlarlar. Ama o dar boğazda (son makinaya bağlandıkları yerde) üretim hızı sabittir. O yüzden fabrikada ara ürünler dolup taşar. Hele bu fabrikanın içi su ile dolu, herşeyin serbestçe dolaşbildiği bir ortamsa… İşte zararlı maddelerin, gitmemesi gereken yerlere gidip istemediğimiz faaliyetleri başlatmaları kaçınılmaz olur. Tıpta biz buna inflamasyon diyoruz.

Normalde kontrollü bir inflamasyon sağlığımızı korumak için değerlidir. Ama özelinde inflamasyon bir savaş alanıdır. Ak yuvarlar oraya saldırır. Hücreler zarar görür ve ölür. Savaşın bir an önce bitmesi ve oranın iyileşmesi için zamana ihtiyaç vardır. Fakat kandaki şeker miktarı sürekli yüksek olduğundan oradaki hücreler iyileşmek için gereken zamanı hiç bir zaman bulamazlar. Savaş alanında oldukları için de asıl yapmaları gereken fonksiyonları yapamaz hale gelirler. İşlevsiz bu bölgeler, etrafa yayılmasın diye, vücut tarafından karantina altına alınır. Fakat savaş çok geniş bir alanda olduğu için işin sonunda organlar etkilenmeye ve tamamen işlevlerini kaybetmeye başlar. Tıbbi karşılığı “yetmezlik”tir bunun. Böbrek yetmezliği, Karaciğer yetmezliği, Kalp yetmezliği… Ne yazık ki bu aşamadan sonrası geri döndürülemez.

Yapılan çalışmalar 180 ve üzeri kan şekeri düzeylerinin hücrelere hasar vermeye başladığını söyler bize. Komplikasyonların ne zaman başlayacağı da kişiden kişiye göre değişir. Fakat genel akış aynıdır. Önce damarlar mikro düzeylerde etkilenir ki bundan doğan komplikasyonlar mikrovasküler komplikasyon olarak adlandırılır. Sonrasında da makro etkiler başlar. Tahmin edebileceğin gibi bunlara da makrovasküler komplikasyonlar denir. Burada güncel çalışmalara göre makrovasküler komplikasyonların mikrolardan bağımsız da gelişebileceği ve daha öncesinde görülebileceğini eklemek lazım. O yüzden herkesin aslında diyabet tecrübesi diğerinden farklıdır.

Mikrovasküler komplikasyonlar genel olarak göz, sinir ve böbreklerimizde oluşur. Burada hala işlev vardır ama damar problemleri nedeniyle şişme ve hücre hasarı gelişir. İşin güzel tarafı iyi bir kontrol ve tedaviyle bunların çoğu geri döndürülebilir ya da ilerlemesi durdurulabiliriz. Yani daha işin başındayız. Aşağıda bahsedeceğimiz komplikasyonların oluşmaması için şekerini sıkı kontrol etmen ve diyabet tedavini aksatmaman gerektiğini zaten biliyorsun diye düşünüyorum. Ben bunun dışında neler yapabilirsin onları yazacağım.

Gözlerde katarakt, göz siniri hasarları (retinopati, glokoma) ortaya çıkabilir. Burada yapabileceğin tek şey senelik göz muayeneni aksatmaman olacaktır. Hatırlarsan ben de tanı aldığımda bulanık görmem var demiştim. İşte o retinopatiydi. Ciddi bir şeker takibi ile 2-3 ay içinde tamamen toparladım.

Böbreklerde ise nefropati denen özel bir iltihaplanma olur. Böbrek kanı süzme vazifesini eskisi gibi yapamamaya başlar. Bu iltihaplanma, hekim kontrolünde olmazsa böbrek yetmezliğine dönebilir. Hayatının geri kalan kısmını diyalizde geçirmek zorunda kalabilirsin.

İşin güzel tarafı böbrek ve karaciğerlerimiz çok hızlı yenilenebilen organlarımızdır. Şekerini kontrol altına aldığında onların da toparlandığını görürsün. Tabi hasar çok büyük değilse. Bunun dışında diğer dikkat etmen gereken şey böbreklerini yormaman olacaktır. Yani süper gıdalarda bahsettiğimiz gibi abuk subuk şeyler yememen! Çünkü bu tarz şeyler hem böbreğini hem de karaciğerini ciddi anlamda yorabilir. Hızlıca böbrek yetmezliğine girebilirsin. İşte kaş yapayım derken göz çıkarmaktan kastım bu. Cahil insanlar seni iyi edeceklerini idda ettikleri o şeylerle aslında seni daha çok hasta ederler.

Sinir ve Deri sorunları çoğunlukla el ele gider. Diyabetten dolayı sinirler ve derimiz dolaşımdan yeterince faydalanmaz. Damar hasarlı olduğu için oraya gitmesi gereken şeyler (şeker, hücre vs.) damardan rahatlıkla çıkamaz. Bundan dolayı da sinir ve derilerimiz normal insanlara göre çok daha hassastır. Yaralarımız çok kolay iyileşmez. Sinirlerimiz kolayca hasar görüp ölebilir. Özellikle uç eklemlerimizde! Buna nöropati denir. Tanı aldığım dönemlerde ellerimde karıncalanmalar ve yanma hissi vardı. Şeker kontrolümle hepsi toparladı 1 senede.

Boks gibi vücutta hasar oluşturabilecek sporlarla ilgilenen diyabet hastaları özellikle bu konuda çok hassas olmalı. Sporlarını bıraksınlar diyemesem de kesinlikle bir hekim kontrolünde olmalarını şiddetle tavsiye ediyorum.

Yazının başında bahsettiğim diyabetik ayak da burayla alakalı bir konu. Normal bir insanın en çok darbe aldığı yeri ayaklarıdır. Ayakkabı, yürüme başlı başına travmaya kaynağıdır. Hele bir de ayak hijyeni yoksa! Ayak mantarları burayı mahvetmeye başlar. İşin kötü tarafı damar yapımız bozulduğu içinde vücut burayı yeterince hızlı iyileştiremez. Yavaş yavaş buradaki hasar büyür. Ta ki bir gün oradaki damarı bir pıhtı kapatana kadar. İşte bu diyabetik ayağın başlangıcı olur. Erken tedavi yapılmazsa yukarıda bahsettiğim gibi kötü sona doğru ilerler olaylar.

Normalde pıhtı yara kapamak için vücudumuzun yaptığı doğal bir süreçtir. Homeostazinin bir parçasıdır. Ama damar yapımız bozulduğundan biz diyabetlilerde normal insanlardan daha fazla pıhtılaşma olur. Erken müdahale olmazsa da o damarın beslediği bölge, damar tıkandığı için ölür. Kangren olur. Mantar ve diğer infeksiyonlar da bu süreci hızlandırırlar.

Diyabetik ayaktan sakınmak ve derilerimizi korumak tamamen bizim elimizde. İlk olarak derimizi uzun süre terli tutmamalıyız. Her akşam ayaklarımızı yıkayıp, yara ve mantar var mı diye genel olarak bir incelemeliyiz. Derin kuruysa nemlendirici, çok terliyorsan (koltuk altı, ayak vs) ter önleyici pudra gibi şeyler kullanabilirsin. Vücudumuzda oluşan yaraları daha dikkatli kontrol etmeliyiz. İyileşmesi uzayan yaralarda antibiyotik ihtiyacı olabilir. Çok gecikmeden bir hekime başvurmak en iyi hareket olacaktır. Sinir hasarı için doktorunun sana özel önerilerini dinlemen lazım. Genel olarak şeker kontrolü dışında benim burada diyebileceğim çok bir şey yok ne yazıkki.

Son olarak sigara gibi damar hasarını daha da arttıracak şeylerden uzak kalman gerekiyor. Özellikle sigara kullanıcısıysan bunu bırakmak için gerekli motivasyonu ufak bir google aramasıyla bulabilirsin. Sadece diyabetik ayak yaz ve onu ara tamam mı!

Makrovasküler komplikasyonlar ise diyabet tedavisinin ötesinde ek bir tedavinin gerektiği kalp krizi, inme gibi durumlardır. Hücre veya küçük bir bölgenin hasar görmesi değildir artık konu. Organ düzeyinde bir hasarı anlatır makrovasküler komplikasyonlar. İşler buraya kadar gelmişse artık ciddi bir uzman grubu tarafından takip edilmesi gerekir o hasta. Artık kardiyolog, nörolog, nefrolog yani falanca bir olog eline alır sazı. Bu komplikasyonlarla uğraşıyorsan umarım daha da kötüsünü yaşamadan normal yaşantına dönebilirsin. Hekiminin önerilerini can kulağıyla dinle olur mu!


Diyabet tanısı almadan daha çok öncesinde domino taşları düşmeye başladı. Yeni bir domino daha düşmeden önce elimizi araya koyarak bu akışı durdurmalıyız. İşte kendi adıma da senin adına da en büyük isteğim bu. Biliyorum bugün biraz can sıkıcı bir konuyu ele aldık. Ama bunları bilmeli ve bunlarla uğraşmamak için daha bugünden kendini kontrol altına almalısın. Sakın unutma yalnız değilsin! Haftaya daha neşeli bir konuda görüşmek üzere.

Advertisement

Published by Abdullah Ömer Şeker

Chasing medicine, games and life it self, he who, thinks frequently, writes sometimes but dreams a lot. Determined to exercise one day so he can still play games when he is 75.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

%d bloggers like this: