Müziğin öyküsü.. Farklı bir türün denemesi: Simply Three – Rain. Yavaşça okumanızı tavsiye ederim.
Ön not: Bu yazıyı, şarkıyı dinlerken okumanızı tavsiye ediyorum. Arada şarkıdaki bazı seslere (kapı kapanması, yağmur) yaptığım alıntılar da size şarkıyla uyumlu okumada yardımcı olacaktır. Tavsiyem şarkıyı hissederek okumaya çalışmanız olacaktır: yani bazı kısımlarda bir süreliğine okumayı bile bırakabilirsiniz. Rahat olun ve kendinizi şarkıya teslim edin.
Cadde, trafik sesleri ve ben…
Her zamanki gibi rutin işlerimdeyim. Ofiste masa başında. Dünya ne kadar da sıkıcı bir yer olmaya başladı değil mi? Büyüdükçe yalnızlaşıyor sanki insan. Öteki aleme koşmanı ister gibi hayat. Pek çok perdelerle çevrelenmiş. Görünmez perdelerle. Kapıyı bir kapatalım!
Özgürlüğün bir kelime olarak kaldığı bu dönemdeyiz. Hayallerimin çarptığı duvarlar var etrafımda. Karşı masamda başka bir adam ötekisinde başka biri… Aynı ortamda farklı dünyalarda… Varlığımın yalnızlığı vuruyor notalara. Büyüdükçe yalnızlaşıyor sanki varlığım!
Ah çocukluk! Ah dostlar! Sizinle ne kadar çok şey paylaşırdık halbuki. Gülüşlerimiz sadeydi. Eğlenceliydi hayat o zamanlar. Çünkü dostlar vardı. Gülerdik, hüzünlenirdik, kızardık ama duygularımız birdi. Hislerimizi paylaştığımız dostlarımız vardı. Misal sokaklarda kurduğumuz hayaller, meyve ağaçlarından aşırdığımız elmalarımız vardı. Akşamın gelmesini hiç istemezdik.
Misal sen vardın dostum! Tüm dertlerimi paylaştığım. Dertlerinle dertlendiğim. Gönülden, sadece sevmek için sevdiğim. Sen vardın! Sohbetlerimiz vardı, ufukları paralayan, yürüyüşlerimiz vardı ahmak ıslatanların altında. Gülmelerimiz vardı, kimin ne dediğini düşünmeden attığımız kahkahalarımız. Sonrasında büyüdük.
Büyümekle iyi mi ettik? Niye bu kadar aceleyle yaptık ki bunu? Artık geçmişin hüznü içinde anıyorum seni, bizi.
Şimdi sen de belki bir başka masada bambaşka dünyaların arasında bir başınasın. Nereden mi biliyorum? Kalbime dokunuyor ruhun. Hadi geçmişi yaad edelim.
O sevdiğin kız vardı hani. Günlerce yasını tutmuştun seni reddedince. Moralini toparlamak için ne diyeceğimi bilememiştim de bir taşın üstünde saatlerce sessizce oturmuştuk. Hani ilk yazdığın şiiri bana getirmiştin. Heyecanlı gözlerin yansıyor şimdi perdelerime. Hafif korku ama çokça bir heyecan. Yavaşça okumuştum, gıcıklığına yapıyorum sanmıştın hani! Tüm bestesini yeniden yaptığımız şarkılar vardı. Yarışmada söyleriz demiştin de çekinmiştim. Onlarca gün hazırlanmıştık da cesaret edemediğimden katılmamıştık yarışmaya. Ama ne yapayım sesim kötü benim. O kadar insana seni de rezil etmek istememiştim.
Geceleri yurttan kaçışlarımız vardı. Tanrının yeni yeni hatırlamaya başladığı mahallelerde kimseler yokken yürürdük kaldırımlarda.Aşk, şiir ve ebediyetti konuştuklarımız.
Ben defalarca kaybedip defalarca buldum şiiri. Aşkı da buldum. Ebediyet, sensiz daha bir farklı kisveye büründü ruhumda. Acaba sen ne durumdasın? Aşkı bulabildin mi? Bir kadının sıcak teninde kaybettin mi yalnızlığını? Bir anlığına dahi olsa. Sonsuzluk damarlarında akıyor mu peki hala? İradeni kurtarmandan çok sonraları başardım ben de aynı şeyi.
Günlerime telaş eklendi. Hayatın koşuşturmacası. Bazen kendimden bile koptuğumu hissettiğim anlarım oldu. Sonra tekrar kendimi aramaya koyuldum. Dostlarımı hatırladım. Beni ben yapan şeyleri… Doğrularımı çizdim yeniden, eğilmişlerdi sanki yaşanmışlıklardan.
Günlerime kurallar eklendi. Kendimin koymadığı kurallar. Kalemimi sınırladı. Bir çerçevenin içine çizmeye başladım resimlerimi. Çocukluğumda duvarlar yetmezdi halbuki. Toprakların bittiği yerde dalgaların üzerine karalardım hayallerimi.
Güneşin batışını izlemeyi çok özledim mesela. Güneşin doğacağını bilerek… Gri, siyah ve beyaz renklerin ötesinde bir dünyaydı o zamanlar. Kırmızı vardı örneğin. Kağıtların dışında gördüğümüz. Mavi vardı yine, şiirlerimizdeki saf ve masum sevgili. O zamandan beri hiç değişmedi büyümeye olan düşmanlığımız.
Adlarımız vardı ve lakaplarımız. Bey takısı eklenmemişti o zamanlar. Belki çocuk olarak görürdü bizi herkes. Fikrimiz sorulmazdı hiç. Büyük değildik ama özgürdü düşüncelerimiz. Yaşam gasp etmemişti henüz. Kurallarla sınırlı değildi hayallerimiz.
Zaman geçti. Yürümeyip arabayla geçer olduk sokaklarda. Kendimize ait bir ev, lüks otellerde tatillerimiz oldu. Halbuki bir sırt çantasında saklamayı düşünürdük her şeyimizi dünyayı gezecekken. Belki bir bankta yatacaktık, belki de ücra bir otelde akşamları. Hiç tanımadığımız kızlara aşık olacaktık, hiç tanımadan şiirler yazacaktık arkalarından. Sadece biz okuyacaktık. Sonrasında yine sessiz kaldırımlarda paylaşacaktık birbirimize. Ben asırlık bir çınar bulacak ve gölgesinde haykıracaktım devrimlerimi. Tüm yaratılanları yeniden yaratacaktım. Dimağımda anlam bulacaklardı.
Ama artık sen yoksun!
Yağmur başladı!
Büyüdükçe kavgalarımızda büyüdü. Yıkımları da. Şimdi buralarda değilsin. Hayatımda değilsin. Seni suçlamıyorum. Benimki acabaların basit bir hüznü. Birazdan yine işe koyulacağım. Rutine kapılacağım. Gün bitecek güneşin batışını izleyemeden. İşten çıkıp eşime, kızıma gideceğim. Onlara sımsıkı sarılacağım. Yemek yiyeceğim. Günün yorgunluğunu atacağım. Gece olunca ertesi güne uyanmak için sıcak yatağımda uyuyacağım. Yeni bir gün daha başlayacak. Sonra yeni bir gün daha…
Ama işte acaba!
Eski günlerdeki gibi kaçsak bu hayattan. Dolaşsak serseriler gibi. Unutulan nice dostlarımızı da yanımıza alsak. Gözlerinin içine bakarak haykırsak ne kadar özlediğimizi. Sarılsak tüm gücümüzle. Yalnızlığımızı gidersek. Vuslata ersek.
Ağaçlara çıkıp biraz elma, kiraz, dut toplasak. Elimizde kağıt, kalem ile hiç kimsenin anlayamayacağı şeyler karalasak. İnadına dostlarımıza okusak. Zorla yorumlarını alsak. Sinir etsek herkesi. Sonra güneşi kaçırmamak için o eski kamyon garajının çatısına çıksak. Esen serin rüzgarda titrese benliğimiz. Hiç gelmeyecek olan bir geleceğin hayalini kursak. Zaman dursa. Biz dursak. Güneş batmasa. Tüm kızıllığıyla bulutları boyasa. Yağmur sadece ahmak ıslatan olarak yağsa. Bir düşün…
Ne kadar güzel olurdu.